Kaybedenler Kulübü

Herhangi bir amacı/misyonu olmadan, o an’da akıldan ne geçiyorsa onu yapmak ve hayatın tadını çıkararak yaşamak… “Kaybedenler Kulübü” filminden çıkardığım bu tek cümlelik ifade, yapılan her işe bir anlam katmak için büyük çaba sarf eden ben’i inanılmaz bir şekilde derinden etkiledi.

Kaybedenler Kulübü, 1994 yılında Kent Fm’de yayına başlayan ve 7–8 yıl kadar süren Kaybedenler Kulübü adındaki radyo programını ve bu programı sunan DJ’ler Kaan Çaydamlı (Nejat İşler) ile Mete Avunduk (Yiğit Özşener)’un hayatlarını konu alan bir film. Tolga Örnek’in senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı filmde, diğer oyuncular Ahu Türkpençe, İdil Fırat, Rıza Kocaoğlu ve Serra Yılmaz.

Filmin hikâyesi ve başkarakterlerinden bahsedelim:

Kaan: Filmin 2 başrol oyuncusundan biri. 38 yaşında. Kitap yazan, fotoğraf çekmeyi seven, kullandığı motor’a sevgilisi gibi bakan, yeni yerler keşfetmekten hoşlanan yayınevi sahibi, entelektüel bir şahsiyet.

Mete: Kadıköy’de bar işleten, çok sıkı bir plak koleksiyoneri, İngiliz müzik kültürüne ilgi duyan, az ve öz konuşan, içkiye düşkün biri.

90’lı yılların ikinci yarısında, gece geç saatlerde, Kaan ve Mete karşılıklı içki içip o an akıllarına gelen her şeyi konuştukları bir radyo programı yaparlar. Kimsenin dinlemediğini düşünen radyo yönetimi, kendilerine para vermez. Onlar da zaten, programda birbirinin muhabbetini seven iki arkadaş olarak radyoda bir arada bulunmayı, paradan daha değerli görürler. Cinsel konularda ileri-geri ve telefonla bağlanan dinleyenlere karşı hakaretvari konuşmalarından dolayı belli dönemlerde RTÜK tarafından cezalandırılsalar da kanal yöneticisi Aslı, menfaat gereği sürekli arkalarında durur. Zaman geçtikçe yaptıkları program, hem onların hem de dinleyenlerin hayatını değiştirmeye başlar. Yeri gelmişken kanal yönetici Aslı hakkında bilgi verelim. 35 yaşında. Babasının kurduğu radyoyu yönetmeye çalışan, karizmatik, pek fazla hayat tasası ve derdi olmayan, Kaan ve Mete ne kadar serbest ve rahatsa O, bir o kadar kurumsal ve yaptığı işe misyon yükleyen bir iş kadınıdır.

Programın şöhreti hızla yayılır ve DJ’lere büyük bir sevgi oluşur. Öyle ki, bir gün radyo programında tehdit edilir Kaan ve Mete. Taksici durağından 2 taksi gelir, Mete ve Kaan’ı eve bırakırlar. 🙂 Hergün başka kadınlarla yalnızlığını gidermeye çalışan Kaan, aradığı aşkı Zeynep’de (Ahu Türkpençe) bulur ve aralarındaki hayat görüşü farklılığına rağmen bu aşkı tutkuyla yaşamaya çalışırlar. Zeynep; 30 yaşında, güzel, uluslar arası bir şirkette mimar olarak çalışan, soğuk görünümlü duran ama aslında neşeli bir kişiliktir. Yaşadığı ilişkiyle Kaan’ın hayatını normal hale getirmeye çalışır ve bunda kısmen başarılı olur.

Bu arada Kaybedenler Kulübü, toplumun farklı kesiminden insanları bir araya getirir. Kimler yok ki; yaşlı amca ve nineden kızlar yurdundaki gençlere, Ressam ve Heykeltıraş’tan evde Prens’ini bekleyen kıza kadar. 🙂 Bu kadar başarılı olmalarını bir türlü anlayamayan (!) Aslı’nın aksine Mete’nin annesi Vildan Hanım başarıyı şu anlama gelen bir cümle ile ifade eder. “Oğlum, konuştuğunuz konular saçma, üslubunuz kaba ve hakaretvari olsa da insanlar sizdeki samimiyeti gördü. Başkalarının konuşamadığı konuları radyoda rahatça konuşmanızı içten içe sevdiler.” Doğru bir tespit yaptığını düşündüğüm Vildan Hanım 55 yaşlarında, Moda’da yaşayan, bir İstanbul Hanımefendisi’dir.

Renkli bir karakter olan Murat’tan bahsetmesek olmaz 🙂 30–35 yaşlarında, evden dışarıya çıkmayan, çevirmenlik yapan, sabahtan akşama kadar aynı koltukta oturup belgesel izleyen, insanı uyuz edecek kadar sakin bir şahsiyet.

Kendi yalnızlıklarıyla dalga geçen, sistem ile arası iyi olmayan (!), an’lık hayatı yaşayan Kaan ve Mete’nin sıra dışı hayatlarını takip eden programın fanları, Kaybedenler Kulübü’nün üyeleridir artık… Filmin sonu, normal insanlara göre mutlu bitmiyor 🙂 Amerika’dan iş teklifi alan Zeynep, Kaan’a kendisine “gitme” demesi için adeta yalvarır. Cevap alamayan Zeynep, Amerika’ya gider. Derinden etkilenen Kaan bir daha eskisi olmaz. Mete ile beraber ansızın bir gün radyo programını sona erdirir. Kaan yayınevine döner, Mete de yeni açtığı plakçı dükkanında çalışmaya başlar ve yeni bir hayata kucak açarlar.

2 Yorum

  1. Barbarian

    –Herhangi bir amacı/misyonu olmadan, o an’da akıldan ne geçiyorsa onu yapmak ve hayatın tadını çıkararak yaşamak… “Kaybedenler Kulübü” filminden çıkardığım bu tek cümlelik ifade, yapılan her işe bir anlam katmak için büyük çaba sarf eden ben’i inanılmaz bir şekilde derinden etkiledi.—

    Ursula K. Le Guin iyi gelir…. “Uzak Sahil”
    “Çoğu inanç ve düşünce sisteminde sözü geçen ve dünyayı sardığı varsayılan sessizlikle bir olan kişi artık ermiş, aklı geride bırakmıştır.Cevaplara artık gerek duymadığından soru da sormaz.”

    Ursula K. Le Guin yetişkinlere masal yazar, uzaklaştıkları doğayla köprü kurabilsinler diye…

    Umut versin diye, doğum ve ölümden uzaklaşan insana…

    “insanı uyuz edecek kadar sakin bir şahsiyet” 🙂 (bu güzel, ben de çoğunlukla sakinliğe uyuz oluyorum, anladım sizi)

    Alakasız yazılar yazdım, aldırmayın…:)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir