Altı Bardakta Dünya Tarihi

İngiliz yazar Tom Standage, dünya tarihine yenilikçi bir bakış açısıyla altı içecek (bira, şarap, damıtık içkiler, kahve, çay ve Coca-Cola) üzerinden bir anlatım yapmaktadır. Bu içecekler susuzluğu gidermenin ötesinde bir anlam ifade etmektedir. Taş devrinden günümüze kadar insanlığın hikâyesi anlatılırken öne çıkan içecek üzerinden teknoloji, kültür ve farklı toplumların etkileşimleri dikkat çekmektedir. Bu içecekler sıradan sıvılar değil, hepsinin ayrı bir hikâyesi bulunmaktadır. Kitapta dönüştürücü etkisinden bahsedilmiyor ama belki ileride “su (âb-ı hayât)” nedeniyle toplumlar birbirleriyle mücadele edecek, her şeyden daha önemli ve değerli olacak, hikâyesi de yazılacaktır. Kırmızı Kedi yayınevinden çıkan, Ahmet Fethi’nin çeviri yaptığı kitapta öne çıkan hususlar şöyledir.

“İnsanlık tarihi”nden değil, insan yaşamının çeşitli yönlerinin tarihlerinden söz edilebilir sadece. Karl Popper.

Dünya tarihinin akışını ana hatlarıyla belirten altı içki vardır:

  • Mezopotamya’da ve Mısır’da Bira
  • Yunanistan ve Roma’da Şarap
  • Sömürge Döneminde Damıtık İçkiler
  • Akıl Çağında Kahve
  • Çay ve İngiliz İmparatorluğu
  • Coca-Cola ve Amerika’nın Yükselişi
  1. Mezopotamya’da ve Mısır’da Bira

Biranın M. Ö. 4000’de yakın doğuda yaygın olduğu tahmin edilmektedir. Antik biralar, tahıl taneleri ve kabukları gibi katı maddeler de içerdiğinden bunları yutmamak için kamışla içmek zorunluydu.

Biranın ve aslında her şeyin kayıtlı tarihi Sümer’de başlar; burası, Güney Mezopotamya’da M.Ö. 3400 civarında yazının ilk kez ortaya çıkmaya başladığı bölgedir. Dünyanın ilk büyük edebi ederi Gılgamış Destanı’ndan bir pasaj, Mezopotamyalıların bira içmeyi uygarlığın bir işareti saydıklarını açıkça gösteriyor. Gılgamış M.Ö. 3700 civarında hüküm süren bir Sümer kralıydı; yaşam öyküsü Sümerler ve daha sonra gelen Akadlar ve Babilliler tarafından süslenip bir destana dönüştürüldü. 

Bira bolca bulunan ve kolayca saklanabilen tahıldan yapılabiliyordu, her gereksinim duyulduğunda güvenilir bir biçimde ve istenilen miktarda üretmek mümkündü.

Nemlenen tahıl tanesi, içerdiği nişastayı maltız şekerine, yani malta dönüştüren diyastaz enzimlerini üretir. Bu işlem tüm tahıllarda gerçekleşir, fakat arpa en iyi diyastaz enzimlerini, dolayısıyla en iyi maltı üretir.

“Keyif biradır, sıkıntı sefer çıkmaktır” Mezopotamya atasözü. M.Ö. 2000 civarı.

“Bütünüyle hoşnut bir adamın ağzı birayla doludur” Mısır Atasözü. M.Ö. 2000 civarı.

Dünyanın herhangi bir yerinde, bira içen tüm kültürlerde biranın dinsel bir öneminin olduğu anlaşılıyor. İnkalar, chicka denilen biralarını altın bir kupa içinde doğan güneşe kaldırır ve ilk yudumlarını toprak tanrılarına adak olarak yere döker ya da tükürürlerdi; Aztekler, pulque denilen biralarını bereket tanrıçası Mayauel’e adarlardı. Çin’de darı ve pirinçten yapılan bira, cenaze törenlerinde ve diğer törenlerde kullanılırdı. Birinin sağlığına, mutluluğuna ya da öbür dünyaya güvenli geçişine ya da bir projenin başarısına kadeh kaldırma pratiği, alkolün doğaüstü güçleri çağırma gücüne sahip olduğuna dair eski düşüncenin modern yansımasıdır.

Birisiyle bir içkiyi paylaşmak, konukseverliğin ve dostluğun evrensel bir simgesidir. Sosyal bir ortamda içki içildiğinde kadehlerin tokuşturulması, kadehlerin bir tek ortak kap biçiminde yeniden birleştirilmesini simgeler. Bunlar, kökleri çok eskilere dayanan geleneklerdir.

Mezopotamyalılar bira ve ekmek tüketmeyi, kendilerini vahşilerden ayırt eden ve tam insan haline getiren şeylerden biri olarak görüyorlardı.

Mezopotamya’da olduğu gibi Mısır’da da vergiler mal ve tahıl biçiminde tapınağa sunulurdu.

İnşaat işçilerine yapılan ödemelerin yazılı kayıtları; piramitlerin, bir zamanlar sanıldığı gibi bir köle ordusu tarafından değil, daha çok devlet çalışanları tarafından inşa edildiğini gösterir.

Ziyafet”in karşılığı olan Sümerce bir sözcük, “biranın ve ekmeğin yeri” anlamına gelir.

Bazı Mısır mezar metinlerinde merhuma “ekşimeyen bira” vaat edilir. Bu, hem ebediyen bira içebilme arzusunu hem de birayı saklamanın güçlüğünü ifade eder.

2. Yunanistan ve Roma’da Şarap

“Çabuk, bana bir bardak şarap getirin ki, zihnimi ıslatıp akıllıca bir şeyler söyleyeyim.” Aristophanes (M.Ö. 450 – 385 civarı)

Şarap cinslerinin titiz bir biçimde düzenlenmiş değer sıralaması, Roma toplumunun hiyerarşik yapısını yansıtmaktaydı.

Şarabı dağlardan ovalara taşımanın maliyeti, şarabı biradan en az on kat daha pahalı yapıyordu; bu nedenle şarap, Mezopotamya kültüründe egzotik yabancı bir içki olarak görülürdü.

Şarap sadece ezilmiş üzümün mayalanmış suyundan ibarettir. Üzüm tanelerinin kabukları üzerinde bulunan doğal mayalar, meyve suyundaki şekeri alkole dönüştürür.

Şarap, Symposion denilen ve katılanların nüktede, şiirde ve retorikte birbirlerini alt etmeye çalıştığı keyifli, fakat çekişmeli tartışmalara sahne olan resmi içki partilerinde içilirdi. Symposion’un resmi, entelektüel havası Yunanlılara, ya adi ve ilkel bira içen ya da daha kötüsü şarap içen, fakat kendilerinin onaylamadığı biçimde içen barbarlar karşısında ne kadar uygar olduklarını da hatırlatıyordu.

“Akdeniz halkları zeytin ve asma yetiştirmeyi öğrenince barbarlıktan çıkmaya başladılar.” Thukydides.

Şarap zenginliktir. M. Ö. 6. yüzyılda gelindiğinde, Atina’da mülk sahibi sınıflar sahip oldukları bağlara göre kategorilere ayrılıyorlardı.

Şarap kullanımı yaygınlaştıkça – o kadar yaygındı ki köleler bile içiyordu – artık şarap içip içmediğiniz değil, ne tür şarap içtiğiniz önem kazanır oldu.

Yunanlılar için şarap içmek, uygarlık ve incelikle eşanlamlıydı: Ne tür ve ne kadar eski şarap içtiğiniz ne kadar kültürlü olduğunuzu gösterirdi. Birayı tahtından indiren şarap en uygar ve gelişkin içki oldu. Antik Yunanistan’ın entelektüel başarılarıyla bütünleştirilmesi sayesinde şarap bugüne kadar sürdürdüğü bir statü elde etmiştir.

Atinalı filozof Platon, İskitlere ve onların komşuları Trakyalılara, şarabı kullanmaları bakımından kültürsüz ve budala der.

Platon, Sokrates’i ideal içici olarak betimler, gece boyu içip şaraptan etkilenmezmiş. Bir insanın karakterini sınamanın iyi bir yolunun birlikte şarap içmek olduğuna inanır Platon. Kişinin içerken şeffaf/dürüst olacağını düşünür.

Platon’a göre şarap insana, bir merhem olarak ve ruha tevazu, vücuda sağlık ve kuvvet kazandırmak için verilmiştir. Şarap, Platon’un talimatlarına uygun biçimde, esas olarak zihinsel dinçleşme sağlamak amacıyla ve ölçülü ikram edilirdi: O zamanın bir gözlemine göre, Platon’la akşam yemeği yiyenler ertesi sabah dinç kalkardı.

İsa’nın Son Akşam Yemeği’nde çömezlerine şarap sunması, daha sonra, ekmek ile şarabın İsa’nın etini ve kanını simgelediği merkezi Hristiyan ayin Aşai Rabbani’de şarabın önemli bir rol oynamasına yol açtı.

Bugün dünyanın önde gelen şarap üreticileri Fransa, İtalya ve İspanya’dır. Günümüzde biranın en fazla tüketildiği ülkeler ise Romalıların barbar dedikleri topraklardır: Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Çek Cumhuriyeti, İngiltere ve İrlanda.

3. Sömürge Döneminde Damıtık İçkiler

M. S. 1. binyılın bitiminde Avrupa’daki en büyük ve en kültürlü kent Roma, Bizans ya da Londra değildi. Arap Endülüs’ün başkenti Cordoba’ydı. 10. yüzyılın Alman vakanüvisi Hroswitha’nın, Cordoba’ya “dünyanın mücevheri” demesi boşuna değildi.

Şarabı ilk damıtan ve içkiye pek düşkün olmayan Arap bilginler elde ettikleri sonucu gündelik bir içkiden çok, simyasal bir bileşen ya da bir ilaç olarak gördüler. Ancak damıtma bilgisi Hristiyan Avrupa’ya yayılınca, damıtık içkiler daha yaygın kullanılmaya başlandı.

Polinezya kaynaklı olan şekeri Araplar Avrupa’ya sokmuştu, Kolomb Amerika’ya götürmüştü ve Afrikalı köleler tarafından yetiştirilmekteydi. Şekerin posasından damıtılan rom, Yeni Dünya’da hem Avrupalı sömürgeciler hem de onların köleleri tarafından tüketilmekteydi. Varlığını, Keşifler Çağı’nın korsanlığına borçlu olan bir içkiydi; fakat Avrupalıların uzun süre bilerek görmezlikten geldiği köle ticaretinin zalimliği olmadan varlığını sürdüremezdi. Rom, birinci küreselleşme döneminin zaferinin ve baskıcılığının sıvı cisimleşmesiydi. Rom, brendiden çok daha ucuzdu; çünkü pahalı üzüm yerine şeker posası melastan yapılıyor.

Aqua vitae’nin pek çok kişiye çekici gelmesinin nedeni sözde tıbbi yararları değil, insanları çabuk ve kolay sarhoş etme gücüydü. Aqua vitae’nin Keltçe karşılığı olan “uisge beatha”, bugünkü “viski” sözcüğünün kökenidir. Bu yeni içki hızla İrlandalı yaşam tarzının bir parçası oldu. Ömrünün son yıllarında George Washington da bir viski imalathanesi kurdu.

4. Akıl Çağında Kahve

Akıl Çağında batılı düşünürler eskilerin bilgeliğinin ötesine geçip yeni düşüncelere açıldılar, Keşifler Çağı’nın coğrafi genişlemesine entelektüel bir karşılık vererek bilginin sınırlarını eski dünya sınırlarının ötesine ittiler. İster felsefi, ister siyasal, ister dinsel olsun otoriteye dogmatik saygı kayboldu, eleştiri, hoşgörü ve düşünce özgürlüğü geldi.

Kahve tanelerinden bir içki yapma pratiği Yemen’e ait bir yeniliktir. Kahve, gece zikirlerinden uykuyu savuşturmak için kullanılırdı.

Arap dünyasında kahvehaneler sosyal, entelektüel, ticari ve siyasal alışverişe tamamen yeni bir ortam sağladılar. Avrupa’nın kahvehaneleri bilim insanları, iş adamları, yazarlar ve politikacılar için bilgi borsası işlevi görüyordu. Yabancılar, Londra’yı diğer kentlerden özellikle ayırt eden şeyin kahvehane olduğunu söylüyorlardı. Avrupa’nın kahvehaneleri hep birlikte Akıl Çağı’nın interneti işlevi gördüler.

Adam Smith Ulusların Zenginliği kitabının çoğunu, Londra’daki İskoç entelektüellerin buluşma yeri olan British Kahvehanesinde yazdı. Londra’nın kahvehaneleri, modern dünyayı şekillendiren bilimsel ve mali devrimlerin potasıydı.

Londra kahvehaneleri İngiliz özgürlüğünün tahtları olarak tanımlanmıştır. Fransız kahvehanelerinde ise hem sözlü hem yazılı bilgi dolaşımı hükümetin sıkı denetimine tabiydi.

5. Çay ve İngiliz İmparatorluğu

“Üç gün yiyeceksiz kalmak bir gün çaysız kalmaktan iyidir”. Çin Atasözü

“Çok şükür çay var! Çaysız dünya ne yapardı? Nasıl var olurdu?” Sidney Smith, İngiliz yazar (1771 – 1845).

Çin efsanesine göre ilk çayı, hükümdarlık dönemi M. Ö. 2737 – 2697’ye tarihlenen imparator Shen Nung demledi. Çayı yapmak aile reisine ayrılan bir onur haline geldi; iyi, zarif bir biçimde çay yapamamak bir utanç sayıldı.

Çin, 13. yüzyılda Moğolların egemenliği altına girince çay da resmi itibarını kaybetti. Moğollar açık steplerde at, deve ve koyun sürüleri besleyen göçebe bir halktı. Geleneksel içkileri, sütteki laktozu alkole dönüştürmek için önce yayıkta yayılan, sonra mayalanan at sütünden yapılan kımızdı.

Çay, bir içecek olmadan önce bir ilaç ve yiyecek maddesiydi. Modern araştırmalar, çaydaki tanen asidinin kolera, tifo ve dizanteriye neden olan bakterileri öldürebildiğini gösterdi.

Çayın gözle görülür bir ekonomik etkisi de vardı. 7. Yüzyılda Çin’in çay ticaretinin hacmi ve değeri artınca, büyük miktarda para taşımak zorunda kalan Fujian’lı tüccarlar yeni bir buluşa kâğıt para kullanımına öncülük ettiler.

Avrupalılar çaya süt de eklediler. 1660’ta İngilizce bir çay reklamı çayın birçok tıbbi yararı arasında şunları da sayıyordu: İç organları güçlendirir. (Su ve sütle hazırlanıp içildiği için).

17. yüzyılın sonuna kadar lüks bir mal olarak çay, çok daha ucuz olan kahvenin gölgesinde kaldı: Bir fincan çayın maliyeti, bir fincan kahvenin beş katıydı.

1773’te Sir George Macartney tarafından İngiltere “güneşin batmadığı geniş imparatorluk” olarak betimlendi. İmparatorluk doruğundayken, yeryüzünün beşte birini ve nüfusunun dörtte birini kapsıyordu.

Çayın öyküsü emperyalizmin, sanayileşmenin ve dünya egemenliğinin öyküsüdür. 18. yüzyılın başında İngiltere’de hemen hemen hiç kimsenin çay içmediğini, yüzyılın sonunda ise neredeyse herkesin içtiğini söylemek fazla abartı olmaz.

1750 civarında bir İngiliz çay partisi. Çayın kibar ortamlarda törensel tüketimi, gelişmişliği göstermenin bir aracı haline geldi. (Çayı bulan Çin, kültürü oluşturan İngiltere).

Çay ikramında bir yenilik, Londra’nın çay bahçelerinin ortaya çıkışıydı. Çay bahçeleri, o sırada gerilemekte olan kahvehanelerden hep dışlanmış olan kadınlar arasında özellikle popülerdi.

6. Coca-Cola ve Amerika’nın Yükselişi

Atlanta’da 1 Temmuz 1886’dan itibaren iki yıllık bir deneme süresince alkol satışı yasaklandı. Alkol karşıtı hareket güç kazandı. Pemberton koka ile kola içeren ve bu iki bileşenin acılığını gizlemek için şeker kullanılan “alkolsüz bir içki” üzerinde çalışmaya başladı. Pemberton’un arkadaşı Frank Robinson’un isim önerisi Coca Cola oldu. İsim, içeceğin iki ana bileşeninden türetilmişti. Kokain yirminci yüzyılın başında formülden tamamen çıkarıldı; fakat koka yapraklarından çıkarılan diğer özler bugüne kadar içkinin bir parçası olarak kalmaya devam etti.

1886’da Atlanta Journal’da çıkan ilk reklamı kısa ve amaca uygundu: “Coca Cola. Hoş! Serinletici! Ferahlatıcı! Dinçleştirici! Harika koka bitkisi ile ünlü kola yemişlerinin özelliklerini barındıran yeni ve popüler sodalı içki.”

1895’e kadar öncelikle tıbbi bir ürün olarak satılıyordu – Harika bir baş ağrısı ilacı vb. olarak tarif edilmekteydi. (Çay örneğindeki gibi).

1998’de kocakarı ilaçlarına vergi konuldu. Başlangıçta Coca Cola da bu ilaç kategorisinde sayıldı. Şirket karara karşı çıktı ve sonunda vergiden muafiyet kazandı; bu muafiyeti kazanabilmesi, Coca Cola’yı bir ilaç değil de bir içki olarak yeniden konumlandırmış olduğu için mümkün olabildi.

Coca Cola reklamlarda çocukları doğrudan resmetmeden ürününü çocuklara satmanın başka yollarını buldu. En ünlü örnek, ilk kez 1931’de çıkarılan ve Coca Cola içen Noel Baba’yı betimleyen afiştir. Kendi kırmızı ve beyaz logosuna uygun renkler tercih edilmiştir.

Coca Cola reklamları mutlu, dertsiz bir dünya betimliyordu. Sonuç olarak, Büyük Buhran sırasında Coca Cola yoksullaşmayıp zenginleşti.

2. Dünya savaşı sonrasında ABD, silahlı kuvvetlerini, toplam 16 milyondan fazla personelini dış dünyaya gönderdi ve Coca Cola da onlarla birlikte gitti. Bir asker mektubunda “Birisi ne için savaştığımızı sorsa, sanırım yarımız, tekrar Coca Cola satın alma hakkı için” der.

Amerikan ordusunun eteğine yapışan Coca Cola, Antartika hariç, yeryüzünün her kıtasına yerleşmişti. Bir şirket görevlisinin dile getirdiği gibi, “Savaş Coca Cola’nın güzelliğinin neredeyse evrensel kabulünü” sağladı.

Müttefik birlikler Batı Avrupa’da ilerlerken Coca Cola onları izledi. Ren’i geçme muharebesinde Amerikan birliklerinin kullandığı parola “Coca Cola” idi.

Japonlar, Coca Cola ile birlikte Amerikan toplumunun hastalıklarını ithal ettik diyordu.

Sovyetler Birliği’nin en büyük askeri lideri Zhukov’a özel olarak beyaz kapaklı ve etiketinde kızıl Sovyet yıldızı bulunan özel silindirik şişeler için kola hediye edildi.

Coca Cola’nın, “OK” den sonra dünyada en çok anlaşılabilen ikinci ifade olduğu söyleniyor.

Hiçbir ürün tek başına Coca Cola’dan daha fazla küreselleşmeyi temsil etmez.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir