İlkini geçen yıl yaptığım Güneydoğu Anadolu seyahatimin daha uzun ve kapsamlı halini geçtiğimiz Temmuz ayının ortalarında yeniden gerçekleştirdim. Karadenizli biri olarak bu yörenin havası, suyu ve insanı beni çekmeye devam ediyor. Açılış, Diyarbakır ile oldu. Kandil Dergisi’nin güçlü kalemlerinden Halil İbrahim Öztürk ve Remzi Koç, Diyarbakır seyahatinde bana eşlik ettiler. Diyarbakırlı mihmandarımız Remzi Koç ile şehrin önemli, tarihi yerleri ve lezzet duraklarını gezme fırsatı bulduk.
Bu şehre defalarca gelmenizi sağlayacak bir öneri ile başlayayım yazıya: Hasan Paşa Hanı, Kahvaltıcı Kadri… Tarihi bir atmosferde, uygun bir fiyata, leziz ve zengin bir menü içeriğine sahip kahvaltı sofrası unutulmazlarınız arasına girecektir. Midenin doyduğu ama gözün doymadığı bu sofrada maalesef kalan kahvaltılıkları paket yapmanız mümkün değil (!) Hizmet kalitesinin sadece ticari kaygılarla değil, içten gelen bir samimiyetle servis yapıldığını görünce buranın ayrıcalıklı bir yer olduğuna karar verdim. Hanın giriş katında bulunan dükkânlardan sevdiklerinize şal ve kilim alabilir, bodrum katta yer alan büyük kitapçıyı gezerek vaktin nasıl geçtiğini anlamayabilirsiniz.
Hemen hemen her ilimizde ismi bulunan Ulu Camii, Diyarbakır’da tarihi bir yapı olarak önümüze çıkıyor. Tadilat dolayısıyla caminin büyük bir kısmı kapalı ancak küçük bir kısmında ibadet yapılıyor. Diyarbakır’a özgü yapı mimarisine sahip olan Ahmet Arif, Cahit Sıtkı Tarancı ve Ziya Gökalp müzeleri görülmeye değer. Aynı bölgede yer alan müze ve kültür merkezlerini yürüyerek gezmek mümkün. Esas olarak Kürtçe eğitimin verildiği Dicle ve Fırat Kültür Merkezi’nde sağa-sola boş gözlerle (!) baktığımızı gören gençlerden biri, yakın ilgi gösterip merkez hakkında bilgi vererek bizleri gezdirdi. Şehre yabancı biri olarak bu ilgi ve alakayı görmek memnuniyet vericiydi.
Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi. Ortodoksların bir kolu olan bu kilisede 90’ın üzerinde üye var ve aktif olarak kullanılıyor. Yetkiliden aldığımız bilgiye göre; 4 ayrı İncil’e değil, hepsini içeren bir başka kitaba inanıyorlar (kitap, Aramice yazı ve görsellerden oluşuyor), eskiden olmayan oturaklar yaşlılar nedeniyle sonradan konulmuş. Ayinler 3 saat sürüyor ve bu süre zarfında ilahiler söyleniyormuş.
1500’lü yıllarda yaptırılmış Şeyh Mutahhar (Dört Ayaklı Minare) Camii’yi diğerlerinden ayrı tutan özelliği, camiden ayrı, dört sütun üzerine yükselen kare planlı minaresi. Bu minare, Anadolu’daki tek örnektir. Resim çektirmek için ideal yerlerden biri. (!)
Adım başı karşınıza çıkan ve içmeden ayrılmanızın mümkün olmadığı meyan şerbetinin tadı biraz ekşimsi ama kendinizi rahat hissettiriyor. (!) Birçok hastalığa iyi geldiği rivayetler arasında.
Diyarbakır’da, İstanbul’un Bağdat caddesine benzeyen bir Ofis caddesi var. Modern tasarıma sahip kafeler, son model otomobiller ile gençlerin renklendirdiği bir ortam. Kuru havanın etkisini azaltmak için su buharının verildiği kafelerde çay ve nargile eşliğinde keyif alarak sohbet edebilirsiniz.
Diyarbakır’ın zengin mutfağı, leziz duraklarından bahsetmeden geçmek olmaz…
* Meşhur Dağ Kapı Ciğercisi. Salaş bir mekânda, tadı damağınızda kalacak ciğerin tadına bakmalısınız.
* Kaburgacı Selim Usta. Yemek öncesinde salata, ayran çorbası, patlıcan mezesi, mumbar geliyor. Ardından garson, kaburgadaki etleri sıyırarak pilav üstü servis yapıyor. Son olarak karpuz ve irmik helvası ile seremoni (!) sona eriyor.
* Kadayıfçı Şeyhmus. Tatlı zevki olan, hatta olmayan, herkesin sevebileceği bir kadayıf lezzeti. Tatmadan dönmeyin.
Şehre vardığımız günün gecesinde, Diyarbakır’ın güneybatısında, Dicle Nehri üzerindeki “On Gözlü Köprü”ne gittik. Şehir merkezinden buraya toplu taşıma aracı olmadığından taksi ile gelip gezebiliyorsunuz. Taksimetre açılmadığından/çalışmadığından (!) kesinlikle pazarlığınızı baştan yapmanız gerekiyor.
Yapılan modern ışıklandırma estetik hale getirilen köprü sessiz bir ortamla birleşince etkileyici bir hale geliyor. Temmuz ayının kavurucu sıcaklığının nispeten azaldığı akşam vakti köprüde vakit geçirmek, gençlerin yaz aktivitelerinden biri olmuş durumda (!) Köprünün tam arka tarafında yer alan Kırklar Dağı’nda yaşanmış bir Suzan-Suzi hikâyesi var ki dinlemeden dönmeyin:
Kırklardağı’nın arkasında Kırklar Ziyareti vardır. Çocuğu olmayanlar, buraya gelip dilek dilermiş. Bir Süryani zengin ailenin de hiç çocukları olmuyormuş. Kadın, Kırklar Ziyareti’ne gelip dilek dilemiş ve adak adamış. Güzel bir kızı doğmuş. Adını Suzi (Suzan) koymuş. Her yıl doğum gününde annesi onu süsler, giydirir ve Kırklar’a getirir, bir kurban kestirirmiş. Gençlik yaşına gelen Suzan, Müslüman komşularının oğlu Adil’le birbirlerine âşık olmuşlar. Yine bir doğum yıl dönümünde, annesi Suzi’yi, hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere Kırklar Ziyareti’ne göndermiş. Arkalarından habersizce Adil de gelmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi, Adil’le beraber, dağın arkasına dolanmış ve orada beraber olmuşlar. Kırklar Ziyareti, bu beraberliği bağışlamamış ve ziyaret Suzi’yi çarpmış. Kız, On Gözlü Köprü’nün orada, Dicle’de boğularak ölmüş. Suzi’nin ölümünden sonra, Adil de aklını yitirmiş.
Hikâyenin yanında Kırklar Dağı’nın bir de türküsü var:
Kırklardağı’nın yüzü
Karanlık sardı düzü
Ben öleydim Suzi-Suzi
Ziyaret çarptı bizi
Köprü altı kapkara
Anne gel beni ara
Saçlarım kumlara batmış
Tarak getir de tara
Köprünün orta gözü
Sular apardı düzü
Ben öleydim Suzi-Suzi
Dicle ayırdı bizi
NOT: Bu yazı Kandil Dergisi, Eylül 2011 sayısında yayımlanmıştır.