Johannesburg… Şehrin kısa isimleri: Joburg ya da J’burg. National Geographic’in 2004 yılının Nisan sayısında yayımlanan yazıya göre, “Cevherin merkezine halkın kazı yapabileceği bir yer kurulmuş ve bu yere maddelerde ölçüm yapan kişinin adı verilmiş: Johannesburger. Burası için “igoli” (altın kenti) de kullanılıyor.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en önemli kültür, siyaset ve sanayi-ticaret merkezi. İş merkezlerinin çoğu burada toplanıyor. Şehrin zenginliği büyük ölçekli altın ve elmas madenlerine dayanıyor. En lüks semti “Sandton”. Johannesburg’un finans merkezi olduğunu düşünürsek, Sandton bu merkezin kaymak kısmını oluşturmaktadır.
Güney Afrika’nın turistik şehri olan Cape Town’dan sonra Johannesburg’u gezdiğinizde ilk hissettiğiniz duygu korku. Turistlerin yoğun olduğu, dinamik ve heyecanlı bir geziden sonra şehir merkezinin dahi tekin olmadığı bir bölgedesiniz. Rehber olmadan bu şehri gezmek kesinlikle çok tehlikeli. Seyahat öncesinde bu bölge ile ilgili internet üzerinde arama yapıldığında karşınıza çıkan ilk maddelerden biri “safety” (güvenlik) oluyor. Yapılan araştırmalara göre, dünyada suç oranının en yüksek şehirlerin başında Johannesburg geliyor. Silah taşıma ile ilgili söylenen bir söz var: “When you pass customs they ask you if you have a gun. If you answer “no”, they give you one.” (Gümrükten geçerken silahın olup olmadığını sorarlar. Hayır dersen, sana silah temin ederler.) Şehrin lüks bölgelerinde yüksek duvar ve elektrikli çitler içinde kaliteli bir yaşam süren beyazlar ile herkesi soyabilecek siyahlar iç içe yaşıyor (!)
Rehbersiz gezilmesinin kesinlikle tehlikeli olduğu burada imdadımıza Laz Faruk yetişiyor(!) Kendisi yirmi dört yıl önce yirmi yaşındayken buralara gelmiş. Birçok işte çalışmış. Şuan rehberlik ve inşaat işleriyle uğraşıyor. Özel internet sitesi yok ama Johannesburg’a gittiğinizde kendisini bulmanız zor değil, sizi havaalanında bekliyor olacaktır (!) Kendisiyle iki gün boyunca şehrin can alıcı noktalarını gezmek mümkün. Otel olarak ise Faruk Bey, iki katlı evinin üst katını turistlere ayırmış. Böylece Johannesburg’ta etrafı elektrik teller ile çevrili 181 villanın yer aldığı, iki parmak izi okutarak giriş yapılan, büyük güvenlik önlemlerinin bulunduğu sitede kalabilirsiniz. Burada ülkemize özgü bir sabah kahvaltısı (peynir, zeytin, domates, salatalık, köy yumurtası vs.) yemek mümkün hale geliyor. Yapılması gereken zorunlu bu tanıtımdan (!) sonra seyahat sürecinde yaşanılan deneyimleri aktaralım.
Safari
Johannesburg’un en çekici yanlarından biri doğal safari alanına sahip olması. Sabahın erken saatlerinde özel araçlarla çıkılan ve üç saat süren safari turunda; zebra, warthog (domuz cinsi), zürafa, fil, Springbok (bir antilop çeşidi) ve Wildebeest (su buffalası) görmek mümkün. Doğal yaşamlarını bir metre yakında görebilmek güzel bir duygu. Kesinlikle araçtan inmek yasak. Ne de olsa doğal alan, ne yapacakları belli olmaz. (!) Sonuçta 6000 kiloluk 40 yaşında bir filin yanından geçiyorsunuz. Yeri gelmişken ifade edeyim, fillerde takım lideri dişiler. Zebra ile zürafalar iç içe yaşıyorlar. Bulunduğumuz alanda 1700 zebra var. Zürafalar televizyonda göründüğünden daha şeker hayvanlar. Sabah vakti hava sıcaklığı çok yüksek olduğundan rahatına düşkün olan aslan ve leoparları görebilmek zor. Genelde akşam vakitleri ortaya çıkıyorlar. Belgesel çeken kişilerin ne kadar sabırlı olduğunu öğrenmiş oldum. National Geographic’de izlediğimiz o ilginç görüntüleri bizler için çeken kişiler, günlerce uykusuz kalıp hayvanların ortaya çıkmalarını bekliyorlar. Gezinin ilk 1,5 saatini geride bıraktıktan sonra mola amaçlı olarak hediyelik eşya satılan dükkâna bırakılıyorsunuz (!) Hediyelik eşya almadan olmaz tabii.
Alışveriş yaparken deve kuşu görmeniz sizleri şaşırtmasın. Beklentiniz yüksekse Johannesburg’daki safariden pek keyif almayabilirsiniz. “Gerçek safari Kenya’da yapılır” diyerek yazıya devam edelim.
Safaride aslan göremediniz diye üzülmeyin. (!) Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı Lion Park’a gidebilirsiniz. Burada aslan, çita, sırtlanların bir metre yakınına kadar yaklaşabilirsiniz. Sevmek içinse bebek aslanlarının yanına gitmelisiniz. Ayakta durup saf saf etrafı süzen (!) Meerkatlar görülmeye değer. Zürafaları elden yedirmek ve sevmek ayrı bir keyif veriyor.
Sun City
Burada; ünlülerin özel odalara sahip olduğu, dünyanın nadir yedi yıldızlı otellerinden biri olan “Palace Otel” bulunuyor. Palace Otel, muazzam bir doğal güzelliği sahip. Hayal etmeniz için ifade edeyim. Etrafın yemyeşil, denizin masmavi, güneşin yakın teması, bol oksijen ve sessizliğin hakim olduğu bir alanın merkezinde tüm ihtişamıyla ayakta duran bir yapı: Palace Otel. Bu kadar doğal görüntü içerisinde şatafatın zirve yaptığı bu yer çelişki olarak gözükse de insan bir an için kendinizi kaptırmaktan alamıyorsunuz. Üst yapıdaki kulelerin fildişinden, iç dekorasyonda yer alan figürler, tablolar, geniş salonlar vs ile yapı, eskitilmiş havası verilen taşlar üzerinde inşa edilerek hem estetik hem de ihtişam açısından muazzam bir görsellik oluşturuyor. Zenginlerin özel jetlerle geldiği golf sahaları dünyadanın en iyileri arasında yer alıyor.
Şehir hakkında bilgiler ve gözlemler…
– Dünyanın ortalama ağaç miktarının en yüksek olduğu şehirlerinden biri.
– 1,644 km2’lik yüzölçümü ile Türkiye’nin iki katından fazla bir alana sahip.
– Nüfusun 1/3’ü işsiz ve bu işsizlerin %91 zenciler.
– Şehrin %90’ı zenciler oluşturuyor.
– Beyazlar genel olarak lüks bir yaşam sürüyorlar. Irk ve etnik yapı olarak beyazlar; Alman, Hollandalı, Yunan, Portekiz ve Yahudiler’den oluşuyor.
– Elmas ve altın bakımından zengin yer altı kaynaklarına sahip.
– Sömürme amacıyla yıllar önce buralara yerleşen Alman ve Hollandalılar, geniş çiftlik alanlarına sahipler.
– Sokaklar şaşırtıcı derecede tertemiz. Bu, kısmen belediyelerin iyi çalışması kısmen de insanların sokak temizliğine özen göstermelerinden kaynaklanıyor.
– Yerel halk, içinde bulunduğu zor koşullar gereği, içki, para ve silah ile kolayca kandırılabilir. (Bu yılın başlarında, ülkesinde iç çatışma çıktığında Libya lideri Kaddafi, para karşılığında buradan topladığı adamlarla kendi halkını öldürdü.)
– Trafikte kornaya basılmasından hoşlanmıyorlar. Aksi bir durum da olsa bekliyorlar. Ülkemizle karşılaştırınca buradaki insanların sabırlı olduğunu düşünüyorum.
– Benzincilerde “Burası silahla korunmaktadır” tabelasının yer aldığını görmek mümkün.
– Apartheid rejiminin etkileri (her ne kadar ortadan kalksa da) hala devam ediyor. Beyazlar, bahçelerine giren bir siyahı öldürmeleri halinde ceza almıyorlar.
– “South-Western Townships’in kısaltılmışı olan Soweto şehri, altın madeninde çalışan yerli Afrikalıların yoğun olarak yaşadığı gecekondu alanlarından oluşuyor. Yaklaşık beş milyon zenci yaşadığı bu bölge, şehrin en tehlikeli yeri olarak geçiyor.
– İş ve alışveriş mekânlarının olduğu Sandton City’de “Nelson Mandela Square” var. Ulusal kahraman Mandela’nın her yerde ismi ve büstü mevcut.
Yolun sağ ve sol tarafında “teneke evler” olarak isimlendirilen evlerin arasından geçerek “Lesedi” zenciler köyüne vardık. Filmlerde genellikle kötü olarak gösterilen zencileri yakından tanırken eğlenceli, hareketli ve güleç yüzlü olduklarını gördüm. Batı ülkelerinden gelen otuz kişi ile beraber bizleri gezdirdiler. Bu köyün yaşayanları aynı zamanda turistlere animatörlük yapıyorlar. Yani hem doğal hayatlarını yaşıyorlar hem de figüranlık yapıyorlar. Bu köy, özel bir şirket tarafından işletiliyor, girişler paralı. Bilet yerine renkli, yuvarlak bir yapışkan kağıdı üstünüze yapıştırıp dolaşıyorsunuz. Buranın Cem Yılmaz’ı diyebileceğimiz bir adam, ataları King Mochoesho’dan başlayarak yaşamlarını köyü gezdirerek esprili bir dille anlattı. Köyün birçok yerinde ağaçtan yapılmış oturaklar çember şeklinde dizayn edilmiş, burada her türlü meseleler konuşuyorlar. Restorana girmemle çıkmam bir oldu. (!) Çok ağır bir yağ kokusu vardı. Köy turunun sonunda bizleri üstü kapalı gösteri salonuna aldılar. 45 dakika süren dans gösterisi başladı. Kendi yaşamlarını anlatan, kimi zaman gülerek kimi zaman hüzünlenerek gösterilerini sergilediler.
Johannesburg’u seyahatini her anlamda ilginç bir deneyim oldu. Farklı kültür, inanç ve yaşam koşullarına sahip insanların gizem dolu hayatlarını yakından teneffüs etmek akıldan hiç çıkmayacak izler bırakıyor.
NOT: Bu yazı Kandil Dergisi, Temmuz 2011 sayısında yayımlanmıştır.