Afrika’nın Gizemli Şehri: Cape Town (1)

THY’nin A340–300 uçağıyla 13 saat yolculuk yaptıktan sonra Johannesburg aktarmalı olarak Cape Town’a indim. Havadan bakıldığında gayet düzenli görünüyor şehir… Rengârenk evler ve evlerin yanında bulunan yüzme havuzları hoş bir görüntü oluşturuyor. Tabii teneke evleri görmeden böyle bir yargıya kapılmamak gerekir. 🙂

Güney Afrika’ya giderken herhangi bir programım yoktu, oteli bile ayarlamamıştım. Doğaçlama bir tatil olacaktı yani. Şunu söyleyeyim, bir gün Cape Town’a giderseniz eğer, havaalanında şortlu bir Türk karşılıyor sizi zaten… Nizam Bilgin. Cape Town’a gidip de Rize, Çayeli’nden Nizam Bey’i, nam-ı diğer Afrika Laz’ını görmeden, duymadan ayrılmanız mümkün değil 🙂 Yerlilerden daha çok bilgiye sahip kendisi. 25 yıl önce Rize’den kalkıp buralara gelmiş. Sonraki yıllarda iki çocuğunu da yanına almış. Eşi gelmeyi reddetmiş. Oğullarından biri olan Kazım Bilgin ile tanıştık. 2 gün boyunca rehberlik etti.

Havaalanından otele giderken dikkatimi çeken ilk şey, trafiğin sağdan akması oldu. İngilizlerin etkisi hemen belli oluyor. 🙂 Ülke hakkında birkaç bilgi…

* Afrika’nın nüfusu 50 milyon. Nüfusun 5 milyon beyazı ile 5 milyon zencisi iyi yaşıyor. Geri kalan 40 milyon kişi kötü koşullarda yaşamaya çalışıyor.

* Apartheid rejiminin yıkılması için önderler halka 2 anahtar sözü vermişler. Bir ev bir de araba. Demek ki dünyanın her yerinde taktik aynı. 🙂

Victoria & Alfred Waterfront

Türkiye’nin Bodrum’u diyebileceğim limanının adı, Victoria & Alfred, dönemin İngiltere Kral ve Kraliçe’nin isimlerinden geliyor. AVM gibi bir yere girdim. Bizimkilerden pek bir farkı yok. Tek farkı AVM içinde kendine has seyyar araçların olması… Bu araçların üstü kapalı, yanları cam çerçeveli. Giderek küreselleşen dünyamızda her şey aynılaşıyor. Etrafta çalan müzikler Batı’da ve ülkemizdeki ile aynı.

Diğer taraflarını dolaşmaya başladım limanın… Gezerken müthiş bir pazarlama örneği ile karşılaştım. 5–6 Afrikalı genç, sokak ortasında şarkı söylüyor, aralarından biri de elinde CD ile satış yapıyor 🙂 Çok renkli ve eğlenceliydi. Aralarına geçip ben de çalmaya çalıştım. Uzaktan göründüğü gibi değildi. Bir tane CD satın alıp yoluma devam ettim.

Limanın etrafında dolanırken 2010 Dünya Kupası için Coca Cola’nın şişelerinden yapılan insan figürü büyük dikkat çekiyor. Limana ayrı bir hava katmış, hemen hemen her yerden görünüyor limanın.

Nobel ödülü almış 4 G. Afrikalı’nın büstleri… Albert Luthuli (1960), Desmond Tutu (1984), F.W.De Kler (1993), Nelson Mandela (1993). Mandela büstünün önünde “Never, never and never again shall it be that this beautiful land will experience the oppression of one by another” (Bir daha asla bu topraklar yabancıların zulmünü yaşamayacak.) yazıyor.

Limanın arka tarafında ise lüks yat ve villalar yer alıyor.Dönme dolap diye ifade edebileceğim “Wheel of Excellence”a bindim… Limanın tamamı ayaklarımın altında. 6 tur attık. Son turu atarken tepede biraz fazla kaldık. Rüzgâr da şiddetini artırınca -yerden 50–60 metre yükseklikte bulunduğumuz kabin- salıncak gibi sallanmaya başladı. Adrenalin hafiften tavan yaptı. 🙂 Gidecek olanlara şiddetle tavsiye ederim.

Düzenli bir şekilde restoranlar, limanın belli bir köşesinde toplanmış. Her türlü balık çeşidini bulabilirsiniz burada. Leziz olabileceğini düşünerek Ege’den komşu olduğumuz “Greek Fisherman” restoranına gittim. 🙂 Girişte sempatik bir zenci ile sohbet ettik. Nasıl oldu anlamadım ama kendimi bir anda Türkiye Süper Ligi muhabbeti ederken buldum 🙂 Manzaralı bir yere oturarak şnitzel siparişi verdim. Bugüne kadar yediğim en kötü şnitzel idi. Tabakta yer alan domates, o kadar tatsız ki anlatamam, o kadar yani. Pilav konusuna hiç girmiyorum. 🙂 Komşu kelek yaptı bana (!)

Ümit Burnu (The Cape of Good Hope)

Burası ilk kez 1488 yılında Portekizli denizci ve kâşif Bartolomeu Diaz tarafından keşfedilmiştir. Keşif sırasında fırtına ile ciddi mücadele içine giren Diaz, geri döndüğünde Portekiz Kralı II. Joao’ya buranın adını Fırtınalar Burnu koyalım, demiş! Kral ise; “Böyle dersek bir daha hiç kimse oraya gitmeye cesaret edemez.” diye karşılık verir. Yaklaşık on yıl sonra Avrupa’dan Hindistan’a giden ilk kişi ise Vasco da Gama olur. Yıllarca tarih kitaplarında okuduğumuz bu keşfedilen bölgeye, dünyanın en güney batısına inmek bambaşka duygular oluşturuyor… İki okyanusunun kesiştiği noktadasınız.Ümit Burnu’nu ilk keşfeden Dias’ın anıtı Atlas okyanusu tarafına, buradan geçerek Hindistan’a ulaştığı için Hint okyanusu tarafına ise Vasco da Gama’nın anıtı dikilmiş. Her iki anıtın üstünde de haç işareti var. Bu; kişilerin sadece coğrafi keşif değil, dini bir misyon taşıdığını da gösteriyor.Nasıl ki biz “iki kıtayı birbirine bağlayan şehir: İstanbul” diye övünüyor ve her yere yazıyorsak buranın yerlileri de “Two Oceans”[1] kelimesini her yere yazıyorlar!

Cape Point

Ümit Burnu’nun hemen yanında bulunan Cape Point’te tarihi deniz feneri bulunuyor. Tren ile 2 dakikada yukarı çıkılıyor. Hava sıcaklığı 37 derece. İçeride klima olmadığı için sıcaktan pişme ihtimaliniz var 🙂 Muhteşem manzarayı seyrede seyrede inmeniz tavsiye edilir.

Şarap Bağları – Neethlingshof Çiftliği

Burada 30 Rand karşılığında 6 değişik şarap tadılıyor. Envai çeşit şarap var. 🙂 Üzüm bağlarının olduğu yerin adı Stellenbosch. Çok güzel ve temiz bir yer burası. Stellenbosch Üniversite ve çevresi çok güzel dizayn edilmiş. Tam bir öğrenci şehri… Hani bir kez daha lisans eğitimi alınır burada, o derece yani 🙂 24 binden fazla öğrencisi varmış. Okulun etrafında tek katlı öğrenci evleri mevcut. Yürürken daha da gençleştiğimi hissettim. 🙂

Öğle yemeğini açılalı henüz 1 hafta olan Barış Büfe’de yedim. Sahibi Mehmed diye bir Türk. Cape Town’da 3 tane dükkân açmış. Türkiye’de pek çok yerde varmış meğerse. 🙂 Orada lahmacun yiyerek ülkemin hasretini az da olsa giderdim 🙂 Lahmacunu yapan ustamızın adı Hüseyin. Kendisi buraya geleli 1,5 ay olmuş, dil konusunda problem çekiyormuş. “Şu dili halledersem buradaki çalışanları göndereceğim. Buradakiler çok tembel ve yavaş çalışıyor. Ben tek başıma bu işlerin hepsini yaparım” diyor. 20 yıl Mehmed Bey ile çalışmış. O da “Sana Cape Town’da ihtiyacım var” demiş, atlayıp gelmiş. (Böyle sadık kişiler var hala demek ki) Halis muhlis bir limonata ikram etti. Ülkemden kilometrelerce uzakta böyle bir şeyle karşılaşmak güzel bir duygu… Anlatılmaz yaşanır. 🙂

Barış Büfe’nin hemen yanında Rizelli diye bir dükkân var. Rize’den kalkıp gelmiş buralara Barış diye bir arkadaş. Toprağım sayılır 🙂 Küçük bir giysi mağazasını işletiyor. Huzurlu ve mutlu 🙂Aslan Parkı (Drakestayn Berk)

Haftada iki gün, saat 16.00 aslanların beslenme saati… Otuz civarında aslan anında götürüyor tavukları! Görevli Jacques Solomon’dan aldığım bilgiye göre, erkek aslanlar 200–230 kg, dişi aslanlar ise 130–160 kg oluyormuş. Saatte 60 km hızla koşabiliyorlar. Aslanların asaleti ve ağır abi pozları yakından görenlere anlatılması güç bir heyecan yaşatıyor.

Aklınızda bulunsun:

– Saat 18.00’de akvaryum müzesi kapanıyor, şehir turu bitiyor. Saat 20.00’de ise çoğu alışveriş yeri kapanıyor. AVM’de sadece belli başlı restoranlar açık.

– Özellikle taksiciler ile sıkı pazarlık yapın, hiçbir zaman dedikleri fiyatı ödemedim. 🙂

– İnternet fiyatı Türkiye’ye göre pahalı… 1 saati 24 Rand yani 5 TL.

Cape Town ile ilgili 2 yazı daha gelecek… 🙂


[1] İki Okyanus

1 Yorum

  1. Pingback: Kültür-Sanat-Tarih » Afrika’nın Gizemli Şehri: Cape Town (3)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir