Diyarbakır: Müze Şehir

3 günlük Urfa, Mardin ve Diyarbakır seyahatimin son yazısı… Birinci ve ikinci yazıyı okumadan geçmeyin. 🙂

25 Ekim 2010, Mardin… Sabah 05:45’te kalktım. 15 dakika sonra fotoğraf makinesi ile yollara düştüm. 🙂 Hava yeni yeni aydınlanıyordu. Dün geç vardığım için Mardin’i çok gezememiştim. Yolda giderken pidecide çalıştığını öğrendiğim bir genç, tarihi kiliselere kadar bana eşlik etti. Elinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştı… İletişim kurduğum ve gözlemlediğim kadarıyla Mardinlilerin yaklaşımı Urfa ve Diyarbakır insanından farklı değil. Samimi ve yardımseverlik üst düzeyde. Ancak şunu söylemeden de geçemeyeceğim… 3 şehirde de elimde fotoğraf makinesi-sırtımda çantayı görenlerin, onlardan farklı bir canlı imişim gibi bakışları acayibime gitti. 🙂

Mardin’in meşhur dar ve taş sokaklarını gezdim. Kırklar kilisesine gittim. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, öğlen civarı buraya geleceğinden her yer tertemiz olmuş ve bayraklar asılmıştı.

Osmanlı Döneminde Mardin’de inşa edilen (1901) ilk eğitim yapısı olan Mardin Kız Meslek Lisesi’ni gezdim. Sabah 7 suları olduğu için henüz okul açılmamıştı. Güvenlik görevlisine rica edip okula girdim. Çok enteresan idi içerisi… İyi bir deneyim oldu. Okulun vizyon ve misyonu büyük tablolar üzerinde sergilenmiş. Güzellik ve Saç Bakımı Atölyesi, Moda ve Tasarım ders salonları mevcuttu. İlk kez bir kız meslek lisesini ziyaret ediyordum 🙂

Sonrasında lisenin hemen ardında yer alan Zincirliye Medresesi’ne gittim. Sabahın erkenbir vakti olduğu için burası da kapalı idi. Yukarıdaki gibi aynı taktiği uyguladım (!). Kısa bir süre sonra şehirden ayrılacağımı söyleyerek derdimi güvenliğe anlattım. O da açıverdi kapıları sağolsun… Saat 06:30 idi. Görevli ile sohbet ederek gezdim medreseyi. Kendisi medrese hakkında bilgiler verdi… Artuklular zamanından kalma bir eser imiş. Haftanın 2 günü üniversiteli öğrenciler bu tarihi yapıda ders görüyormuş. İçeride, Mardin Artuklu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tasavvuf Musikisi Meşkhanesi ve Artuklu Sultanı İsa’nın türbesini ziyaret ettim. Görevli vedalaşıp otele döndüm. Eşyalarımı hazırlayıp 07:20 gibi çıktım dışarı. Dolmuş ile şehir merkezine gittim. Pazartesi günü olduğu için okula giden öğrencileri de görmüş oldum. 🙂Saat 08:10’da Diyarbakır’a giden araçların olduğu durağa geldim. Aracın dolmasını beklediğimiz için 20 dakika sonra araç hareket edebildi ancak. Yanıma oturan kişi bir akademisyen imiş, sonradan öğrendim. Bingöl Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde araştırma görevlisi olan Mehmet Kurt ile yolda bayağı sohbet ettik. Diyarbakır’da nereleri gezmem gerektiği hakkında önerilerini paylaştı. 09:50’de Diyarbakır’a varmıştım. Dolmuşa bindim ve 15 dakika sonra Hasan Paşa Konağı’nda asker arkadaşım Çağdaş ile buluştum. Beraberce Kahvaltıcı Kadri’nin mükellef kahvaltı sofrasına oturduk. 🙂 Sohbet ederek kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı sonrasında saat 11:00’de Ulu Camii’ye gittik. Restorasyonda olduğu için sadece küçük bir kısmı kullanıma açıktı. Sonra Cahit Sıtkı Tarancı müzesine gittik ama temizlik günü olması hasebiyle kapalı idi. Dışarıdan fotoğraf almakla yetindim. BehramPaşa Camii’ni ziyaret ettikten sonra labirent tarzı sokaklardan geçerek Diyarbakır – MeryemAna Süryani Kadim  Kilisesi’ne doğru yola koyulduk. Kiliseye geldiğimizde saat tam 12:00 idi. Kapanıyormuş bu vakitlerde. Neyse görevliye rica ettik ve içeri girdik. Sorularımızı cevapladı. Ortodoksların bir kolu olduklarını, kilisenin aktif olarak kullanıldığını ve 90’ın üzerinde üyeleri olduğunu söyledi. İncil’den bahsetti kısaca… 4 kitaba değil, hepsini içeren bir başka kitaba inandıklarını söyledi. Kitabın içine baktım. Aramice yazılar ve görseller mevcuttu. 2 tane taş vardı tam ortada. Bunların 3000 yıllık olduğunu söyledi. Eskiden oturakların olmadığını yaşlılar nedeniyle bunların sonradan konulduğunu da ekledi. Ayinler, 3 saat sürüyor ve bu süre zarfında ayakta ilahi söylüyorlar. Misyonerlik yapmadıklarını sadece gelenlere anlattıklarını, üye olmak için bazı şartları aradıklarını vs. ifade etti.

Sonra Kilisenin tam karşısında bulunan Diyarbakır Kilisesine girdik. Top sakallı, üslubu güzel olan bir adam bizleri karşıladı. Öyle bir anlatıyordu ki etkilenmemek elde değil 🙂 Her 3 mezhepten de bağımsız olduklarını, odak noktalarının İncil olduğunu, dinin; sevgi, barış ve kardeşlik olduğunu, öldürmenin olmadığını, Hz. İsa’nın insanlık için, günahlarımız için öldüğünü iddia etti. 10 dakika dinledikten sonra kiliseden ayrıldık. Hasan Paşa Konağı’na geri döndük. Çay ve menengiç kahvesi içtik. Ardından karnımız iyice acıktığı için Meşhur Dağ Kapı Ciğercisi’ne gittik. Salaş bir mekan idi. Ciğer’i normalde pek sevmem ama buradaki ciğer enfesti. Diyarbakır’a yolu düşene tavsiye edilir. Çağdaş ile vedalaştıktan sonra Diyarbakır’ın surlarını gezdim. Ardından Mardin kapısına doğru yürüdüm. Son kez merkezi dolaştım ve ofis caddesine giden otobüslere bindim. Ofis caddesi, İstanbul’un Bağdat caddesi gibi bir yer… Birbirinden lüks otomobil ve mağazaların sayıca çokluğu ile kalabalık genç kitlenin sağlı sollu bulunan kafelerde eğlenceli vakit geçirmesi bana bu kıyaslamayı yaptırttı 🙂

İstanbul’a dönüş için saat 21:00’de havaalanına geldim. Geçen 3 günün yorgunluğunu çok net hissediyordum. 🙂  Ama bu 3 gün içerisinde müthiş tecrübe kazandım ve keyifli zaman geçirdim. Her ilimizin ayrı bir güzelliği var. Fırsat buldukça Türkiye’nin her tarafını dolaşmak gerek. 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir