Önce selam, sonra kelam diyelim. Yeni açtığım bu blogtaki ilk yazım…
23-26 Eylül tarihleri arasında 2 arkadaşımla (Adem ve Bahadır) birlikte Antalya’ya bir gezi programı düzenledik. 3 yazıda yaşadığım olayları gün gün paylaşmak istiyorum.
23 Eylül Perşembe günü, saat 10:15’de Antalya otogarına vardık. 10:30’da Kumluca’ya giden servis aracına bindik. 2 saat süren yolculuk sırasında biraz kestirdim 🙂 Kumluca’ya az bir süre kala, araçtan inmek isteyen yaşlıca bir amca, inmek istediği yerin 100 metre uzağında duran şoföre, yöre ağzıyla “100 metre zarara soktun beni” dedi. Tamam dedim içimden, güzel şeyler deneyimleyeceğim burada. 🙂
12:30 gibi Kumluca’daydık. 2 saat dinlendik Bahadır’ın ailesinin evinde. Bu süre zarfında boş durmadık elbette, midemizi doldurduk. Bahadır’ın anne ve babası, Anadolu insanının o meşhur misafirperverliğini gösterdi. Menüde; akdeniz salatası (domates ve kırmızı lahanadan oluşuyor) tavuksuyu çorba, pilav-kuru fasulye ve kadayıf vardı. Sohbet eşliğinde yemeğimizi yedik. Salatalık ve domates üreticisi olan baba, bizlere üreticilerin yaşadığı sıkıntıları anlattı. 2,5 TL’ye yediğimizi domatesin aslında üreticiden 80 kuruşa çıktığını, aradaki farkı tüccarların aldığını, kendilerinin masum (!) olduğunu tek tek anlattı. Biz de kendisine hak verdik ve arabasını alıp düştük yollara 🙂
14:30’da ilçede yer alan “50. Yıl Kültür Merkezi”ni dolaştık. Anadolu kültürünün yansımalarını içeren, Halk kültürü ile bu kültüre özgü sembollerin cisimleşmiş hallerinden oluşan bir müze idi. Küçük ama hoş bir müze idi. Kaşıktan müzik enstrümanı çalan adamlar gibi ilginç eşyalar vardı.
Ardından yeni yapılan, Belediyenin tesisinde çay ve su içtik. Su sürahi içinde geldi ve inanmayacaksınız belki ama ücretsiz idi. Ardından müzenin üzerine inşa edilen Kule’ye çıktık. Dikkat çeken en önemli görüntü, seralar ve portakal ağaçları. 🙂
Kumluca’nın sembolü “domates ve salatalık”. Ama bu simge, yöre halkı tarafından ticari olarak henüz kullanılmış değil.
Kaliteli ürün mevcut lakin tanıtım olmadığı için hak edilen değere ulaşamamış. Pazarlamacı ve girişimci arkadaşlara buradan duyurulur. 🙂
Sonraki durağımız Finike üzerinden Demre ilçesine gitmek oldu. St. Nicholas’ı namı diğer Noel Baba’yı ziyaret ettik. Giriş 10 TL. Müze kartı ile ücretsiz girdik içeri. 🙂 Müze küçüktü ve aslını söylemek gerekirse kayda değer hiçbir şey yoktu. Noel Baba’nın yanında fotoğraf çektirip ayrıldık. Müze gezisinin ardından, özellikle Antalya’nın bir çok yerinde şubesi olan Nur Pastanesinde vanilyalı dondurma yedik. Normalde yanık dondurma yememiz tavsiye edilmişti ancak pastanede olmadığı için o lezzeti tadamadık. 🙁
Ardından Myra’ya gittik. Olağanüstü bir yer idi. Henüz gitmemiş olanlara şiddetle tavsiye edilir. Likyalılardan kalmış bir yerleşim yeri. Şuan ayakta kalan kaya mezarları ve Myra tiyatrosunu gezdik. İki eski yapıt tüm güzelliğiyle bizleri selamladılar.
Tiyatronun ses akordi hala iyiydi. Vakti zamanında bu tiyatro alanlarında birçok konu istişare edilmiş, eğlenceler düzenlenmiş hatta bazen ayinler de yapılmış (içeriğini bil(e)mediğimiz birçok aktivite de yapılmış olabilir). Sonra Korkuteli’ne doğru 2 saat süren bir yolculuk yaptık. Hava kararmaya başlamıştı. Antalya’nın coğrafi yapısı gereği bir yerden bir yere gitmek epey zaman alıyor. Yol üzerinde giderken tarihi bir yerde mola verdik… Yöre dilinde “Aykırtça” olarak bilinen mekanda, kaynak suyu ve kömürde çay içtik. Çaylarımızı hazırlayan Hasan amca ile sohbet ettik. Tipik, o sevecan Anadolu insanından biri olan Hasan Amca ile bölge hakkında kısa bilgi aldık. Vedalaştıktan sonra 21:30’da vardık Korkuteli’ne. “Şişçi İbo’nun Yeri”nde şiş ve tahinli (!) piyaz yedik. Ardından Bahadır’ın babaannesinin evine gittik. Yayla evi olarak içeriği düzenlenen, yer minderlerinden kurulu, evde güzel bir uyku çektik. Bunda temiz havanın payı büyüktü. Saat 06:00’da uyanır uyanmaz camı açtım ve hiç bekletmeksizin havayı doğrudan içime çektim. 🙂
Yarın, 24 Eylül’de gezdiğim yerler ve gözlemlerimi paylaşacağım.